62. Antalya Film Festivali’nde karşımıza çıkan tablo pek iç açıcı değildi. Genç yönetmenlerin ilk filmlerinin çoğunluğu seyirci dostu olmayan, içinde yaşadığımız dünyanın sorunlarından kopuk, biçimsel arayışlarla öne çıkmaya çalışan yapımlardan oluşuyordu. Gene de, Ömer Vargı başkanlığındaki Ulusal Jüri, seçkideki filmlerin yaklaşık yarısını (beş filmi) ödüle değer buldu. Jüri, Seyfettin Tokmak’ın ‘Tavşan İmparatorluğu’nu En İyi Film, En İyi Yönetmen dahil beş dalda ödüllendirdi. Sevgili arkadaşım Sungu Çapan’ın anısına oluşturulan Sinema Yazarları Jürisi ve Film-Yön Jürisi de ödüllerini bu filme verince, ‘Tavşan İmparatorluğu’ festivalden yedi ödülle ayrıldı. Geçen haftaki yazımda Özcan Alper’in ‘Erken Kış’ının öne çıktığını söylemiştim. Filmin pek çok dalda ödüllendirileceğini düşünüyordum ama jürinin tercihi farklı yönde oldu. Elbette ‘Tavşan İmparatorluğu’ da gönlümü çelen bir diğer filmdi. Karanlık bir dünyada bir umut kıvılcımı çakmayı başaran bir film…
TAVŞAN İMPARATORLUĞU
Tokmak’ın “Tavşan İmparatorluğu” gerçekten de taze bir soluk getiriyordu sinemamıza. Doğadaki tüm canlılara yönelik sevgisini büyük bir samimiyetle aktaran Tokmak, ilk filmi ‘Kırık Midyeler’de yaptığı gibi çocuk ve doğa ilişkisine odaklanmıştı. Filmin kahramanı 12 yaşındaki Musa annesiz büyümüş, avcılar için tavşan toplayarak yaşamını idame ettirmeye çalışan babasından da fazla bir sevgi görmemiş bir çocuk. Babası devletten engelli maaşı kopartabilmek için onu engelliler okuluna gönderiyor. Ama onun derdi köpeklere yem olmaları için babasının toplayıp avcılara sattığı tavşanları korumak. Tuzaklardan tavşancıkları kurtarıp bir mağaraya götürüyor, onları besliyor. Mağarası onun imparatorluğu; orada tavşanlarıyla birlikte mutlu saatler geçiriyor. Okulda arkadaş edindiği kıza sırrını açıklıyor. Kız da tavşanları koruma savaşımında ona destek oluyor…
ZAMANSIZ VE MEKANSIZ
olarak tasarlanan, Meksikalı görüntü yönetmeninin katkısıyla şiirsel bir boyut kazanan filmi herhangi bir türe oturtmak zor; belki büyülü gerçekçiliğe göz kırptığı söylenebilir. Bence, filmin en özgün ve etkileyici yanı senaryosuydu. Görüntü, sanat yönetimi ve yardımcı erkek oyuncu dallarındaki ödüllere de itirazım yok. Hele, Sermet Yeşil… Her zamanki gibi olağanüstü bir performans… ‘Tavşan İmparatorluğu’nun önümüzdeki hafta Boğaziçi Festivali’nde, sonraki hafta da Ankara Film Festivali’nde farklı jürilerden yeni ödüller kazanması sürpriz olmayacak.
ERKEN KIŞ
Özcan Alper’in, bir kez daha ustalığını sergilediği yeni filmi ‘Erken Kış’ Antalya’dan tek bir ödülle döndü. Başrolü Timuçin Esen’le paylaşan genç oyuncu Leyla Tanlar En İyi Kadın Oyuncu seçildi. Ukraynalı-Gürcü kırması genç kadın rolünde gerçekten inandırıcı ve etkileyiciydi Tanlar. Ama filmin meziyetleri bununla sınırlı değil. İki oyuncunun yanı sıra, Karadeniz coğrafyasının gizemini layıkıyla veren bir görüntü yönetimi ve çok başarılı müziğin de katkısı ile ustaca kotarılmış bir film bu. Özcan Alper, aile ve tutku ikilemini anlatıyor yeni filminde. Arka planda ise, savaşın, yoksulluğun, göçmenliğin acıları var…
Başarılı bir iş insanı ile karısı çocukları olmayınca Gürcistan’daki bir şirket aracılığı ile bir taşıyıcı anne bulmuşlar. Genç kadın görevini tamamlamış, ülkesine dönme zamanı gelmiş. Ama doğurduğu çocuktan ayrılmak istemiyor. Erkeğin genç kadını Gürcistan sınırına götürme süresinde yaşananları, bu birkaç günlük bir zaman aralığında iki insan arasında belki de hep var olan ama bastırılan bir tutkunun açığa çıkmasını anlatan film, sinemamızda az görülen bir duygusal yoğunluk içeriyor. ‘İmkansız’ bir aşk hikayesi bu… Gerçekten imkansız mı, onu söyleyemem, çünkü film ay sonunda gösterime giriyor… Özcan Alper’den politik temalar bekleyenleri hayal kırıklığına uğratabilir, ama ‘Erken Kış’ın farklı seyirci kesimlerine hitap edebilecek bir yapıt olduğuna inanıyorum. Sinefiller -sinema tutkunları- da kaçırmamalı bence…
SORUNLU SENARYOLAR
Sözünü ettiğim iki film dışında üç film daha ödül listesinde yer aldı. En İyi İlk Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanan Emre Sert-Gözde Yetişkin ikilisinin ‘Sahibinden Rahmet’i köye düşen meteor taşlarının parasal bir karşılığı olabileceğini öğrenen köylüler arasında yaşanan gerilimi, kazanç hırsı ile yitirilen insani değerleri anlatıyor. Sinemamızın pek rağbet etmediği fantastik türde bir yapım, zaaflarına karşın yaratıcı bir çalışma olduğunu düşünmüştüm. Ne var ki, filmi izledikten sonra bu görüşüm değişti. Gerçekten yaşanmış bir olaymış bu! O zaman keşke belgesel yapsalardı diye düşündüm. Belki ikinci izleyişimde bu düşüncem değişir, kim bilir…
Yeni filmini merakla beklediğimiz Ziya Demirel’in ‘En Güzel Cenaze Şarkıları’ biçem denemesine kurban edilmiş gibi geldi bana. İyi bir fikir istenen sonuca ulaşamamış; bazı bölümlerin de filme bir katkısı yok sanki. Belki bu filmi de bir kez daha izlemekte yarar var… İlginç yanlarına rağmen, ne anlatmak istediğine karar veremeyen ‘Noir’ En İyi Kurgu Ödülü ile ayrıldı Antalya’dan. Ragıp Ergün iyi bir senaristle çalışsa sonuç farklı olabilirdi. Ama bütün gençler doğuştan ‘senarist’ olduklarına inanıyor. Yapacak bir şey yok!
Senaryosu aksamayan nadir filmlerden Tunç Davut’un ‘Kesilmiş Bir Ağaç Gibi’si yaşlılık ve yalnızlık teması üzerinde odaklanırken, kuşaklar arası değer çatışmasını gündeme getiriyor. Bakalım Boğaziçi jürisi ne diyecek bu filme? Boğaziçi Festivali’nde de yarışacak filmlerden bir diğeri, sevgi ve fedakarlık arasındaki gerilimi anlatmaya çalışan ‘Kanto’da Yıldız Kültür’ün ve ‘Parçalı Yıllar’daki rolüyle Cahide Sonku Kadın Emeğine Saygı Ödülü’nü kazanan Bilge Şen’in aldıkları ödülleri gerçekten de hak ettiklerini düşünüyorum. Yeşilçam’ın seks filmleri dönemini konu alan, festivalin en ‘seyirci dostu’ filmi ‘Parçalı Yıllar’ yeni bir kurgu (daha doğrusu kısaltma) gerektiriyor.
Bir mülteci botundan kurtulan üç gencin hikayesini anlatmak üzere yola çıkan ama tematik bir bütünlük oluşturamayan ‘Bağlar, Kökler ve Tutkular’, karakterlerini tanıtmak yerine gerilim-şiddet dozunu artırarak seyircinin ilgisini ayakta tutmaya çalışan ‘Barselo’ sinemamızın geleceği adına umut kırıcı denemeler. Yaklaşan bir yangın karşısında aile bireylerinin tepkisizliğini anlatan ’Aldığımız Nefes’in festivalde ikincilik sayılabilecek ‘Avni Tolunay Özel Ödülü’nü almasına şaşırmadım desem yalan olur. Aile içi sorunlar bu yıl da -geçen yıllarda olduğu gibi- öne çıkan temalar arasındaydı. Toplumsal sorunlara değinmenin cesaret istediği günlerde aileye sığınmaktan başka çare kalmıyor galiba…