Bilge Su YILDIRIM
Fotoğrafta gördüğünüz çocuk 11 yaşındaki Ahmet. Ahmet, Suriye’de savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan bir ailenin küçük çocuğu. İç savaş, yalnızca Suriye’yi değil, 11 yaşındaki Ahmet’in ailesini de parçalamış. Savaştan kaçarken babası bilindiği kadarıyla Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gidince Ahmet de 14 yaşındaki ablası ve annesiyle birlikte yurda sığınmış. Böylece anne, abla, Ahmet başlamışlar Çukurova’nın incisi Adana’da yaşamaya. Yaşamak denebilirse tabii buna.
Zaten çok da bir şey sığdıramamış Ahmet hayatına. Geçtiğimiz yıl haziranda, daha 11’indeyken annesi ve ablasıyla çalıştığı tekstil atölyesinde yaşanan iş cinayetinde hayattan koparılmış. Anlayacağınız, Ahmet’in hem yaşama hakkı hem de çocuk olma hakkı alınmış elinden.
11 yıllık kısacık ömründe hiç çocuk da olamamış Ahmet. Yaşayabilmek için memleketinden kaçarak sığındığı bu yabancı ülkede, hiç bilmediği bir kentteki köhne bir tekstil atölyesinde asansörle duvar arasına sıkışıp gitmiş tüm hakları. 11 yıllık ömrü savaşı, göçü, bunca yoksulluğu, dünyada kapladığı yerden büyük ağır işleri kapsamış da bir ‘çocuk olmayı’ alamamış içine.
HİÇBİR SANIK CEZAEVİNE GİRMEYECEK
Ahmet yaşamdan koparalı 514 gün oldu. Ahmet’in ardından ölümü hakkında dün bir karar verdi Adana 13. Asliye Ceza Mahkemesi. Hükmetti: “Taksirle ölüme neden olma suçundan bina sorumlusu Ömer İnce’ye 1 yıl 12 ay 5 gün, asansör bakım firması yetkilisi Recep Karayiğit’e ise 1 yıl 8 ay hapis cezası verilmesine, her iki cezada da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, dolayısıyla hiçbir sanığın fiilen cezaevine girmemesine…”
Mahkeme bu kararı dün sabah henüz saat 09.00 bile olmadan verdi. Ahmet’in ölümünün ardından, hiçbir sanığın hapiste dahi yatmamasına, yeni günün ilk duruşmasında hızlıca hükmedildi.
Ahmet yok artık. Bir davası da yok, onun ölümünden sorumlu olduğu için ceza yatan da. Onu hayattan koparanlar tüm yargılama sürecinde bir kez olsun sanık sandalyesine de oturtulmadılar zaten. Tanık olarak dinlendiler ama….
PATRONA GÜVENLİK ZIRHI ÖRÜLDÜ
Ahmet, Adana Seyhan’da Kocavezir Mahallesi’ndeki Dağ Tekstil adlı atölyede annesi ve ablasıyla çalışıyordu. 11 Haziran 2024 günü atölyede asansörle duvar arasına sıkışarak hayatını kaybetti. Olay, işyerinin yük taşımada kullanılan asansöründe meydana geldi. Atölyenin olduğu dört katlı iş hanının her bir katında ayrı bir konfeksiyon vardı. Hepsi aynı patron tarafından işletiliyordu. Konfeksiyonların patronu Özcan Dağ, atölyenin sosyal medya paylaşımlarında AKP’li vekillerin atölyeyi ziyarete geldiğinden bahsediyor, fotoğraflar yayınlıyordu. Göçmen bir çocuğun atölyelerden birinde çalışırken yaşamını yitirmesi ise tüm işleyişe çomak sokardı. Bir şeyler yapılmalı, ‘pürüz’ giderilmeliydi. Yapıldı da.
Dağ’ın sınıfsal gücü ve siyasi konumlanışı, hızlıca bir ‘dokunulmazlık zırhı’ devşirdi ona. Davayı takip eden avukatlardan Tugay Bek, Ahmet’in ölümünün ardından Çetin Çelikal’ın, işyerinin kendisine ait olduğunu beyan ederek ifade verdiğini aktardı. Çelikal, aynı zamanda Ahmet’in atölyede çalıştığını inkâr ederek iş cinayetinin ‘iş kazası’ olarak değerlendirilmesini engelledi. Ne savcılık ne emniyet ne de mahkeme, işyerinin aslında kime ait olduğunu araştırmadı.
Atölyenin bulunduğu iş hanının muhasebesine baktığını söyleyen Dağ Tekstil Çalışanı Ömer İnce, binadaki asansörün bakımının da kendi sorumluluğunda olduğunu söyledi daha sonra. Böylece patronun önüne bir koruma kalkanı daha inşa edildi. Savcılık bu beyanı da teyit etme gereği duymadı.
Avukat Bek, atölyede ifadesi alınan işçilerin de patronun talimatı doğrultusunda Ahmet’in kaza günü atölyede çalışan annesini ziyarete geldiği şeklinde yalan beyanda bulunduğunu söyledi. Oysaki Ahmet’in atölyede çalışıp çalışmadığını tespit etmek oldukça kolaydı, güvenlik kamerası kayıtlarına bakılması yeterli olacaktı. İş hanı ve çevresindeki güvenlik kamerası kayıtlarını toplayıp soruşturma dosyasına sunmakla görevlendirilen polisler, patronun “Bizim kameralar arızalı olduğu için kayıt yapmıyor” sözüne itimat etti yalnızca. Kameralara el dahi koyulmadı. Ahmet’in izinin bizzat katili tarafından adım adım yok edilmesine adeta göz yumuluyordu.
Ancak anneyi de susturmak lazımdı. Savaştan kaçıp eşinden ayrı düşen, iki çocuğunun da bakım yükünü hiç bilmediği bu yabancı ülkede tek başına omuzlarına almak zorunda kalan bir başına bir göçmen kadını susturmanın ‘reçetesi’ de aşağı yukarı belliydi. Ahmet için 500 bin lira kan parası sunuldu. Geride kalanı yaşatmakla yükümlü anne Sefa Haskiro, yoksul ve tek başına bir göçmen kadının tüm çaresizliğiyle “Oğlum atölyede çalışmamaktadır” dedi. “Beni ziyarete geldiği sırada kaza meydana geldi.”
Böylece patrona siper olacak kalkanın her parçası bir araya gelmişti. Patron Dağ, sebep olduğu cinayetin sanığı değil, tanığı olarak yargılanıyordu. Nihayetinde mahkeme kararı da tam istediği gibi oldu. Ömer İnce’nin avukatı, annenin aldığı paraya işaret ederek “Zaten uzlaşma sağlandı” ifadesini kullandı. Duruşmalar boyunca tek tartışılan olayın teknik unsurları oldu.
AHMET VE DAHA NİCE AHMET İÇİN…
Çıkan kararda Ahmet’in ölümü, “asansör kazası” olarak nitelendirildi. Oysa bilirkişi raporlarında asansörün bakımının yapılmadığı ve insan taşımaya uygun ruhsata sahip olmadığı belirtilmiş, “yük asansörü” olarak kullanıldığı açıkça yazılmıştı. Ancak bütün bunlar konuşulmadı. Mahkeme, patronun zorlamalarına rağmen Ahmet’in atölyede çalıştığını beyan eden işçilere ve belgelere dayalı olarak yapılan haberlere karşılık yalnızca annenin, ne koşullar altında söylediği veya söylemek zorunda bırakıldığı dahi bilinmeyen “Ziyaretime geldi” ifadesini esas aldı. Böylece, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla, birkaç gerçekdışı karar, bir iki yalancı şahit, işletilmeyen soruşturma süreçleri, birkaç satırlık da teknik kusurla Ahmet’in ölümünde karara varıldı. “Taksirle ölüme sebep olma suçundan… 1 yıl hapis cezası… hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına…”
Avukat Bek, karar duruşmasındaki atmosferi şöyle anlatıyor: “10-12 kişi geldiler duruşmaya. Görseniz, sanki bir mafya davası görülüyormuş gibi bir manzara. Bir gözdağı verme girişimi olduğunu tahmin etmek takdir edersiniz ki zor değil. Ahmet’in aslında hiç çalışmadığını, yalnızca ziyarete geldiğini öne sürüp karara bağladılar ancak hâlâ hem bu patronun atölyelerinde hem de bu kentin daha nice konfeksiyonunda 10-12 yaşlarında yüzlerce çocuk, kayıtdışı bir biçimde çalıştırılıyorlar. Çoğu da Suriyeli, savaştan kaçıp buraya sığınan, kimi kimsesi olmayan çocuklar. Her gün sabah 8 akşam 7 günde 11 saat çalıştırılıyorlar. Haftalık ellerine geçen de 2 bin 600 lira.”
Çukurova’nın kenar mahallerindeki rutubetli tekstil atölyelerinde kayıtdışı bir biçimde çalıştırılan yüzlerce çocuktan biriydi Ahmet. Devasa bir sömürü-ihmal-denetimsizlik çarkında hayattan koparıldı. Yaşarken hiç çocuk olamayan Ahmet, ancak öldüğünde çocuk sayıldı. Tekstil firması için hiçbir şey ifade etmeyen ancak yalnız bir göçmen kadın için hayati değere sahip gülünç bir meblağ mahkeme nezdinde Ahmet’in işçi değil çocuk olduğunun akçeli ispatı oldu. Böylece patronların cezasızlık zincirine bir yeni halka daha eklendi. Çocukları en başta çocuk olma haklarından alıkoyan, daha sonra da yaşamdan koparan bu düzen de teklememiş oldu böylece.
Artık Ahmet yok. Annesi ve ablasıyla birlikte hiç bilmediği bu ülkede, okula karne almaya gitmesi gereken bir haziran günü koparıldı yaşamdan. Bu da ancak öldüğünde koca koca mahkemeler tarafından ‘çocuk’ sayılan 11 yaşındaki Ahmet Haskiro’nun hikâyesi. Ondan geriye barış işareti yaparak gülümsediği bu fotoğraf kaldı, bir de çalışırken yaşamdan koparılan çocuk iş cinayetlerinde bir istatistikten ibaret olmaması için verilmesi gereken bir adalet mücadelesi. Ahmet, ve daha nice Ahmetler için.
YALNIZCA EKİM AYINDA 8’İ ÇOCUK 169 İŞ CİNAYETİ
Alınmayan önlemler, güvencesizlik ve sendikasız çalıştırılma üzerine şekillenen bu düzende Ahmet’in ölümünün ardından yalnızca Ekim 2025’te 8 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin Ekim ayına ilişkin “İş Cinayeti Raporu”na göre geçen ay iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi sayısı ise 169 oldu. 8’i çocuk olan bu işçilerin 7’sinin ise mülteci/göçmen olduğu kaydedildi.
Rapora göre 14 yaş ve altı 1 ‘çocuk işçi’, 15-17 yaş arası 7 ‘çocuk işçi’, 18-29 yaş arası 32 işçi, 30-49 yaş arası 61 işçi, 50-64 yaş arası 46 işçi, 65 yaş ve üstü 14 işçi ve yaşı bilinmeyen 8 işçi hayatını kaybetti. İşkollarına göre ölümler en yüksek yüzde 27 ile tarım/orman işkolunda yaşandı. Ölümlerin yüzde 25’i inşaat/yol, yüzde 15’i taşımacılık, yüzde 6’sı metal, yüzde 5’i ticaret/eğitim işkollarında yaşandı.
Raporda ölümlerin yüzde 23’ünün ezilmeden, yüzde 20’sinin trafik servis kazasından, yüzde 17’sinin ise yüksekten düşmeden kaynaklandığı bildirildi. Yaşamını yitiren işçilerin 12’si kadın, 157’sinin erkek olduğu bilgisi raporda yer aldı.
2025’in ilk 10 ayında yaşanan iş cinayeti sayısı se 1737’e ulaştı. Hayatını kaybeden işçilerin 72’si çocuktu.
Kaynak: İSİG Meclisi