Küresel iklim hareketinin önemli sloganlarından biri olan “Hepimizi etkiliyor” söylemi bilimsel olarak tartışmasız da olsa krizin sınıfsal ve tarihsel niteliğini gizleyen bir nitelik taşıyor. Nitekim Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) verileri, iklim riski haritasının yoksulluk coğrafyasıyla neredeyse birebir örtüştüğünü gösteriyor. Bu eşitsizliğin bugünle sınırlı olmadığını hatırladığımızda iklim krizinin salt bir çevre meselesi değil, emperyalizm, kalkınma modeli ve sınıf ilişkilerinin kesişiminde şekillenen bir süreç olduğunu görürüz.
Bu nedenle iklim adaletinin de aynı sürecin karşı yüzü olarak ele alınması gerekir. Sonuçta bir ülkenin veya topluluğun iklim felaketine karşı direnme kapasitesi, kaynaklara erişimiyle belirlenir.
Küba’nın iklim kriziyle mücadelesine buradan bakmak, ekonomik yaptırımlar ve ambargoları kırılganlığı doğal bir sonuç olmaktan çıkaran siyasi tercihler olarak görmemizi sağlar ve ülkenin geçen ay Melissa Kasırgası ile yaşadığı deneyim bu çerçevenin somut bir örneğini sunar.
AMBARGOYLA DAYATILAN İKLİM KIRILGANLIĞI
Kasırga, üç gün içinde 300 milimetreyi aşan yağış bırakarak ülkenin doğu kıyılarında geniş çaplı hasara yol açtı. Küba iklim kırılganlığı açısından zaten dünyanın en riskli bölgeleri arasında yer alıyor. Ülkeyi sıklıkla şiddetli kasırgalar vuruyor. Projeksiyonlar yüzyılın sonuna kadar güney kıyılarındaki birçok yerleşimin sular altında kalacağını öngörüyor. Yani afetlere karşı sürekli bir yatırım yapması gerekiyor.
Ancak ambargo, bu yatırımı sistematik biçimde imkânsızlaştırıyor. Elektrik şebekesinin yenilenmesi için gerekli parçaların ithalatı engelleniyor, su ve kanalizasyon sistemlerinin modernizasyonu güçleşiyor, konut onarımı için temel yapı malzemelerine erişim kısıtlanıyor, ilaç sanayisinin hammaddeleri bloke ediliyor.
Buna karşın, on binlerce konut hasar görse de Küba toplumsal örgütlenmedeki başarısı sayesinde kasırgadan hiçbir can kaybı olmadan çıkmayı başardı. Şimdi de uluslararası dayanışma ile yaraları sarmaya devam ediyor. Ambargo, Küba’nın normal yollarla kaynak tedarik etmesini engellediği için, bu dayanışma Küba’nın felaketle başa çıkabilmesinin önemli bir temel ayağı oldu.
Bu süreçte en hızlı ve kapsamlı desteği elbette Venezuela ve ALBA-TCP (Amerika Halkları İçin Bolivarcı İttifak – Halkların Ticaret Anlaşması) sağlıyor. Gıdadan çelik levhalara, süt tozundan elektrik altyapısı ekipmanlarına uzanan malzemeler, hem acil ihtiyaçları karşıladı hem de toparlanmayı hızlandırdı.
BÖLGESEL DAYANIŞMA MÜCADELENİN ANAHTARI
Bu süreç, ALBA-TCP’nin ortak kalkınma, bağımlılığın azaltılması ve toplumsal dayanışma ilkelerini güncel biçimde somutlarken, Latin Amerika’nın bölgesel dayanışma hattının bugün de işleyen bir karşı-hegemonik alan yaratabildiğini gösteriyor. Aynı zamanda iklim krizinin siyasallaştırılmadan anlaşılamayacağını gösteriyor. Yaptırımlar kaldırılmadıkça iklim adaptasyonu Güney ülkeleri için gerçek anlamda mümkün değil. Finansman, teknolojiye ve temel altyapı girdilerine erişimi sınırlanan toplumlar, en temel uyum yatırımlarını dahi sürdüremiyor.
Bu nedenle kolektif taban örgütlenmesi, özellikle kaynak kıtlığının yapısal bir gerçeklik olduğu Güney ülkelerinde hem toplumsal dayanışmanın hem de hayatta kalmanın kurucu zemini haline geliyor. Merkezi koordinasyonun yerel inisiyatiflerle birleştiği, mahalle komitelerinden üretici birliklerine uzanan bu yapı, erken uyarı sistemlerinden tahliye planlarına, gıda ve enerji tedarikinden yeniden inşa süreçlerine kadar her aşamada hayati. Bölgesel dayanışma mekanizmaları da bu yerel örgütlülüğün dışa açılan hattı olarak işliyor.
Ambargo afetin şiddetini belirleyen en kritik değişken haline gelirken, iklim krizinin bugün nasıl bir güç ilişkileri rejimi içinde yaşandığını görünür kılıyor. Bu tablo, iklim kırılganlığının doğal değil, siyasal bir üretim olduğunu ve bu eşitsizliğin de ancak ortak bir egemenlik ve dayanışma zeminiyle aşılabileceğini net biçimde ortaya koyuyor.