Politika Kolektifi
İsrail’in Filistin saldırıları ile Ortadoğu’da yeni bir kapı açıldı. Amerika-İsrail merkezli bu operasyon geçtiğimiz dönemde Suriye’de Esat’ın yıkılmasından Lübnan’a uzanan bir hat üzerinden ilerledi. İran’ı da içine alan saldırılar, yeni bir Ortadoğu düzeninin zeminini oluşturarak, Gazze üzerinde imzalanan ateşkesle yeni dizaynın ikinci perdesini açmaya çalışıyor. Bu Hizbullah’tan SGD’ye devlet dışı tüm silahlı güçlerin de yeni Ortadoğu düzeni içine entegre edilmesi -ya da kimilerinin tasfiye edilmesi- ile birlikte ilerliyor.
İKTİDARIN CAN SİMİDİ
Türkiye’de son dönemdeki açılımı da bundan bağımsız olarak ele almak şüphesiz ki mümkün değil. Suriye’deki kırılmanın ardından ABD ve İsrail’in yeni Ortadoğu planı, içerde gücünü kaybetmiş olan iktidar için bir can simidi olarak görüldü.
İç tahkimat olarak ifade edilen siyasal gelişmeler, tam da Amerika-İsrail politikalarıyla uyumlu bir çerçevede, Kürt-Türk-Arap ittifakı olarak Ortadoğu eksenli bir açılım olarak ifadesini buldu. Geçtiğimiz dönemde içeride silah bırakma üzerinden yapılan çağrı doğrultusunda atılan kimi adımlarla birlikte asıl olarak SGD’nin Şam’a entegre edilme yolunun açılması, şimdilerde çok konuşulan açılımın ikinci aşamasına geçişin en önemli adımlarından birisi olarak gerçekleştirildi.
ABD İÇİN GÖREVE HAZIRLAR
Öte yandan kimi çelişkiler ve çatışma alanları olmakla birlikte, bugün ABD-İsrail eksenindeki yeni Ortadoğu düzeni kurgusu Çin’i kuşatmayı merkeze alan yeni ve uzun bir -askeri ve ticari bir- savaş konseptinden de ayrı düşünülemez. Azerbeycan-Ermenistan hattına da uzanan bir alan üzerindeki hâkimiyet ile İran’ın kuşatılması ve Çin’in ticari geçiş hatlarının kırılması hamleleri gerçekleştiriliyor. Türkiye tam da burada Ortadoğu içindeki bir güç olarak yeniden konumlanarak, bölgedeki ABD ekseninin kilit ülkelerinden birisi haline getirilmeye çalışıyor.
Kürt-Türk-Arap ittifakı olarak ifade edilen, T.Barrack’ın Osmanlı milletler sistemine dönüş şeklinde ortaya koyduğu bir gerici rejim Türkiye’ye dayatılıyor. İçerideki açılım da bu yeni rejim kurgusu içinde ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi içinde adım adım gerçekleşen karşı-devrimin tamamlanması hedefi ile birleşiyor.
REJİMİN KENDİSİ: ÇELİŞKİLİ İTTİFAK
Kuşkusuz ki böyle bir rejim dönüşüm süreci içinde pek çok krizle birlikte ilerliyor. AKP ve MHP arasında da yargıdan emniyete uzanan güç paylaşımından doğan çatışmalardan sürece yönelik kimi farklılıklara kadar bir dizi çelişki de kendisini göstermeye devam ediyor. Önümüzdeki dönemde bu para ve gücün paylaşımına yönelik kimi başka krizler de gündeme gelecektir. 1 Kasım 2015’e giden kanlı süreçten 15 Temmuz’a uzanan bir hat içinde kurularak bugüne gelen ittifak ilk andan itibaren de çelişki olduğu kadar bir zorunlu ittifak olarak da gelişti. Bugün de bütün bu çelişki ve çatışmalar içerisinde gözden kaçırılmaması gereken en temel nokta; Türkiye’deki gelişmelerin ana doğrultusunun ABD’nin yeni Ortadoğu düzeni içindeki emperyalist planlara ve AKP ile MHP’nin kendi iktidarlarını sürdürmek üzere, Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunu açma hedefinden sapmadan ilerlediği gerçeği olmalıdır.
YENİYİ HALKIN BİRLEŞİK MÜCADELESİ KURABİLİR
Bu noktada mücadele de ülkemizi yeni felaketlere sürükleyecek etnik ve mezhepsel temelli gerici rejim dayatmasını boşa çıkaracak, birleşik bir gücün oluşturulması doğrultusunda olmak zorundadır.
Bunun yolunun toplumun içerisindeki büyük bir devrimci direnme güçlerini harekete geçirecek, böyle bir mücadeleden geçtiği de açıktır.
Dünyanın pek çok yerinde tek adamlar üzerine kurulu faşizmin karanlığı altında boğulmaya çalışılan halkların, isyanlarla ve direnişlerle ortaya koydukları arayışlar da ABD’nin merkezinde New York seçimlerinde olup bitenler de bunun bir göstergesi. Bütün öteki münazaraları -Mamdani’ye odaklı ve kişili-kimliği üzerinde yürütülen snoplukları- bir yana bırakarak Trump’ın ve milyarderler koalisyonunu seçimlerde yenilgiye uğratan toplumun değişim arayışına bakıldığında da derdi gerçekten bu rejimden kurtulmak olanlar içinde görülebilecek çok şey var.
Gençlerden kadınlara, emekçi ezilen milyonlara, ülkemizin her yanında yükselen değişim talebi etrafında muhalefetin toplumsal zeminlerdeki eylemini, hareketini, birliğini ve dayanışmasını büyütecek yollar açıldıkça daha neler olur neler, ne fırtınalar kopar, ne güneşler doğar. Yeter ki biz birleşik muhalefet anlayışı ile mücadeleleri geliştirelim…
***
7 EKİM’DEN BUGÜNE NE OLDU?
7 Ekim 2023’te Filistinli direniş örgütlerinin İsrail’e gerçekleştirdiği Aksa Tufanı ve peşine Netanyahu hükümetinin başlattığı Gazze savaşı, hem 70 yılı aşkındır süren İsrail işgali hem de ABD’nin Irak işgalinden bu yana orta doğudaki emperyalist emelleri açısından yeni bir dönemin kapısını açtı.
2011’de başlayan Suriye savaşı, Rusya’nın ülkeye askeri desteği ile bölgesel bir pat durumu yaratmıştı. Üstelik, Afganistan’da kuruluşlarından bu yana CIA güdümünde büyüyen cihatçı örgütler, bu ‘bitmeyen savaşlar’ ortamında Irak ve Suriye içerisinde bölgesel bir aktör haline gelmiş, bölgede 70’lerde Yeşil Kuşak doktrini ile başlayıp Büyük Orta Doğu Projesi ile gelişen emperyalizmin bölgesel politikası sekteye uğramıştı. Bu kaos döneminde bölgesel çelişkilerden faydalanan İran; Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de Esad hükümeti ve Yemen’de Husiler ile ABD-İsrail-Suud karşıtı bir direniş ekseni kurmuştu. 7 Ekim, bu kısa süreli direnç odağının nihai olarak sonunu getirdi.
DİRENİŞ EKSENİNİN SONU
İsrail’in Gazze’de 2 yıldır sürdürmekte olduğu soykırım, ABD ve AB ülkelerinin askeri desteği ile bölgesel bir saldırganlığa dönüştü. İsrail Amerikan silahları ve İngiliz-Alman istihbaratı eliyle tüm dünyanın gözü önünde 70 binden fazla Filistinliyi katletti. Bununla kalmadı, Gazze’de başlattığı savaşın ilk gününden itibaren Esad hükümetinin başında olduğu Suriye’nin askeri tesislerini ve lojistik hatlarını bombaladı. Ukrayna savaşında giderek yıpranan Rusya’nın, Trump ile anlaşarak Esad’dan desteğini çekmesinin ardından, İsrail bombardımanıyla yıpratılan ülkede, senelerdir başta Ankara’nın koruması altında olan İdlib’de konuşlanan cihatçılar bir hafta içerisinde Şam’ı ele geçirdi. Suriye’de bir dönemin sonu gelirken, Türkiye, ABD, İsrail üçgeninde ülkede yeni bir düzen inşasına girişildi.
Lübnan da ABD-İsrail saldırganlığından payını alan ülkeler arasındaydı. Filistin’e destek için 7 Ekim’den itibaren Güney Lübnan’da konuşlandırılan Hizbullah güçleri, İsrail’in hava ve karadan saldırısının hedefi oldu. Nasrallah başta olmak üzere Hizbullah liderliğinin birçok kilit ismi, İsrail’in sivil yerleşimleri hedef alan bombalı saldırıları sonucu katledildi.
Direniş ekseninin merkezindeki İran, İsrail saldırganlığına karşı açıktan bir askeri hamle geliştirmese de karşılıklı tırmanan gerilim, iki ülke arasında “12 Gün Savaşı” olarak adlandırılan füze savaşını tetikledi. İsrail, İran’ın kritik askeri ve nükleer tesisleri vurdu, İran liderliğinin önemli isimlerini katletti. İran’ı nükleer anlaşma konusunda Trump’ın istediği hizaya getirdi. Bu süreçte kritik bir gelişme, Kızıldeniz’i İsrail’e ticaret, askeri ve lojistik desteğe kapatan Husi saldırıları oldu. ABD ve İngiltere 2 sene içinde bölgeye ilk kez, Husilere hava saldırısı gerçekleştirmek için doğrudan dahil oldu. Neticede geçen 2 yılın sonucu yalnızca Gazze’de yaşanan soykırım değil, aynı zamanda Suriye savaşı ortasında güçlenen direniş ekseninin de tasfiyesi oldu.
7 EKİMİN İKİNCİ AŞAMASI: BOP’TA YENİ DÖNEM
Suriye’deki iktidar değişimi kuşkusuz 7 Ekim sonrası bölgesel dönüşümün en önemli sonuçlarından biri oldu. Şam’da iktidarı ele geçiren cihatçı HTŞ, ABD-İsrail emperyalizmine bağlılığını tüm aşamalarda kanıtladı. Yıllardır İdlib’te askeri eğitim ve teçhizat başta olmak üzere her türden desteği veren saray rejimi, Şam’da kurulan yeni hükümetin de ilk günden en büyük destekçisi oldu. Eski El Nusra komutanı, Suriye’deki birçok katliamın baş aktörü Colani, “Suriye devlet başkanı Ahmet Şaara’ya” dönüşürken, bu imaj değişikliğinde İbrahim Kalın’dan Hakan Fidan’a iktidarın birçok kritik kurmayı büyük rol oynadı. Trump’ın ikinci dönemi için adeta kutlama hediyesi olarak sunulan rejim değişikliği, ABD’nin orta doğu politikasının da merkezine yerleşti. Washington, aynı Trump gibi bir gayrimenkul zengini olan Tom Barrack’ı, hem Ankara Büyükelçisi hem de Suriye Özel Temsilcisi olarak atadı. Geçtiğimiz bir yılda Türkiye ve Suriye’yi ilgilendiren hayati gelişmeler ve strateji değişimleri de birçok kez ilk olarak Barrack’ın ağzından duyuldu. Öyle ki bugün Kürt sorununda politika değişikliği bile Barrack’ın açıklamalarıyla hız kazanabiliyor.
13 Ekim’de Filistin ve İsrail arasındaki ateşkes ile 7 Ekim’de başlayan süreç de ikinci aşamaya girdi. 2 yıl boyunca bölgesel savaş ve tehditlerle yeniden şekillendirilen jeopolitikte şimdi ABD-İsrail ortaklığı ile yeni bir düzen kurma aşamasına geçildi. Türkiye açısından ise dönüşüm, Suriye’de rejim değişikliğinin hemen öncesinde başlamış, ‘Şaara barışı’ ile hız kazanmıştı. Bahçeli’nin meclisteki Öcalan çıkışı ile başlayan ikinci çözüm süreci, 7 Ekim sonrası kurulmakta olan düzen ile doğrudan ilgili. Türkiye’nin Suriye’de oynamak istediği bölgesel rol açısından Şam’daki HTŞ hükümeti ve Kuzey Suriye’deki SDG arasındaki ilişki hayati öneme sahip. Keza ülkede İsrail ve Türkiye arasındaki nüfuz çekişmesi de. Nitekim Barrack’ın Bahreyn’den Lübnan’a uzanan orta doğu görevi içerisinde en çok gündeme getirdiği konuların başında da İsrail ve Türkiye’nin Suriye doktrinlerine yönelik ABD tavrı geliyordu. Peki bugün de açıklamalarıyla 7 Ekim’in 2. Evresi içerisinde orta doğuda yeni ABD düzenine dair mesajlar veren Barrack, göreve başladığından bugüne neler dedi?
***
ABD Suriye Özel Temsilcisi Barrack, cihatçı HTŞ lideri Colani’yle sık sık temaslarda bulunuyor
YARDIMCI OYUNCU BARRACK
18 MART 2025:
Ocak’ta kurulan Trump hükümetinin ilk atamalarından biri olan Barrack, Türkiye’ye ilişkin ilk olarak 18 Mart tarihinde ağzını açmış, muhalefete yönelik İmamoğlu operasyonundan bir gün önce “Türkiye’den muhteşem haberler bekliyoruz” diyerek, iktidarın içerideki saldırganlığının iznini Washington’dan aldığının sinyalini vermişti. Sonrasında Trump-Netanyahu ikilisi ile tıpatıp aynı ifadelerle de Suriye’deki rejim değişikliği için Erdoğan’a teşekkür etmiş, Türkiye’nin ABD’nin orta doğu politikası açısından kıymetinin altını çizmişti.
2 HAZİRAN 2025:
Barrack, NTV’ye verdiği ancak kanalın ilk olarak sansürlü biçimde yayınladığı röportajında Osmanlı milletler sistemini övmüş, Lozan’ı İngiliz emperyalizminin çizdiği Sykes-Picot ile bir tutarak, ulus devletler sistemini orta doğuda ‘barışı bozmakla’ suçlamıştı. Bu açıklamalar, Bahçeli’nin “Alevi ve Kürt başkan yardımcıları olsun” çıkışıyla paralel gerçekleşmişti: “Osmanlı İmparatorluğu için işleyen bir sistem vardı ama aşiretler, dinler varken etrafına yapay sınırlar çizemezsiniz ama Sykes-Picot bunu yaptı. İşte bu da tabii ki bizi anlaşmayla ilgili yaşadığımız aksilikler ve tabii ki Sevr Antlaşması ve Lozan Antlaşması tabii Kürtlerle ilgili olan bir dizi başka aksiliğe yol açtı. Çünkü Batı herkese aynı toprakları üç farklı zamanda vadetmişti.”
21 TEMMUZ 2025:
Suriye’de rejimin geleceğine ilişkin projeksiyonlar da yine Barrack’ın açıklamalarından takip ediliyordu. İlk başta SDG ve Dürzilerin entegre olacağı, Şam yönetimi merkezli bir rejim fikrini dillendiren Barrack bu dönemde İsrail’i de hedef alarak “Güçlü ulus devletler bir tehdittir. Özellikle Arap devletleri, İsrail için bir tehdit olarak görülür” açıklaması yapmıştı. Türkiye de bu dönemde yakın olduğu Şaara hükümetinin inisiyatifinde bir rejim tasarısını destekliyor, İsrail ise Dürziler ve Kürtlerin nispi bağımsız olacağı, kendilerinin de ülkenin güney ve kuzeyinde garantör rolü oynayacağı bir stratejiden yanaydı. Nitekim Barrack’ın merkeziyetçi Suriye tasarısı da kısa sürdü.
26 AĞUSTOS 2025:
Şam hükümetinin Dürzi bölgesinde yaptığı katliam ve ardından İsrail’in başkente yönelik misilleme saldırılarının ardından Barrack çark ederek yeniden İsrail doktrinine döndü. ABD’de gazetecilerle yaptığı bir toplantıda Barrack, “Suriye’nin mevcut merkezi devlet yapısının sürdürülemez olduğunu ve bölgesel özerklikleri de koruyan, ‘federasyon değil ama ona yakın’ yeni bir yönetim modeline ihtiyaç duyulduğunu” söyledi.
26 EYLÜL 2025:
ABD Orta Doğu özel elçisi, bir kez daha ‘Sykes-Picot’ vurgusuyla, bu kez orta doğudaki bütün ulus devletleri reddeden bir açıklama yaptı. Asharq News’e konuşan Barrack, “Orta Doğu diye bir şey yok. Aşiret ve köyler var. Ulus devletler 1916’da İngilizler ve Fransızlar tarafından Sykes Picot ile kuruldu. Ancak Orta Doğu öyle işlemiyor. Barış bir ilüzyon” dedi. Barrack’ın açıklamaları, Amerikalı bir godaman cehaletinden öte, esasında ABD açısından bağımsızlığın, egemenliğin oluşturduğu tehdidin ve emperyalizmin parçalayarak kontrol etme stratejisinin açık bir itirafı oldu.
“AKDENİZDEN HAZAR DENİZİNE KADAR HİZALANMA”
3 KASIM 2025:
Barrack, geçtiğimiz haftanın başında, büyük ölçüde iki ülkenin dinci liderlerinin hamaset siyasetinin konusu olan Türkiye ile İsrail arasında çatışma ihtimalini açıkça yalanladı. Barrack, “Türkiye ve İsrail birbiriyle savaşmayacak. Çok uzak olmayan bir gelecekte iki ülke arasında bir ticaret anlaşması gerçekleşebilir. Şimdilik her şey olduğu yerde kalacak ve Türkiye ateşkes sürecinin parçası olacak.
Erdoğan Hamas ile ilişkisi sayesinde ateşkesi sağladı. Başkan Trump tüm satranç tahtasını değiştirdi. Her yerde bunu görüyorsunuz. Hazar Denizinden Akdeniz’e kadar bir hizalanma göreceksiniz” diyerek, Türkiye ve İsrail’in ABD’nin orta doğu planındaki ortak rolünü ve İran hedefinin altını çizmiş oldu.