7 Ekim’in 2. Evresinde: Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni dönem

Yusuf Tuna Koç

Dış politika uzmanı Aydın Sezer ile Beyaz Saray’daki Trump-Şara görüşmesinin Suriye, Türkiye ve bölge için ifade ettiği anlamları, Barrack’ın son açıklamalarındaki Tel Aviv-Ankara ilişkilerinde yeni dönem vurgusunu ve tüm bu gelişmelerin içeride yürütülen Terörsüz Türkiye süreci açısından anlamını konuştuk. 

Beyaz Saray’da Şara ve Trump arasında basına duyurulduğu biçimine göre IŞİD Karşıtı Koalisyon ve SDG’nin entegrasyonuna dair bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşme ABD politikasında Suriye’nin yeni dönemi açısından nasıl bir anlam ifade ediyor? 

Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’deki geçiş sürecinde ABD Şara yönetimine desteğini net şekilde göstermiş oldu. Henüz 1 yılı dolmadan Beyaz Saray’da kabul edilmesi ABD’nin Suriye’deki en iyi seçeneğinin Şara olduğunu gösteriyor, onunla çalışmaya devam edeceğini anlayabiliriz. Ancak Havuç-Sopa politikası çerçevesinde başta Sezar yaptırımları olmak üzere çeşitli yaptırımların kaldırılması ve  Şara’nın meşruiyetinin Beyaz Saray nezdinde sağlanması karşılığında ABD’nin bazı talepleri olduğunu biliyoruz. Birincisi IŞİD Karşıtı Koalisyona katılınması, bir diğeri Kürtlerin ordusuyla birlikte mevcut yönetimi entegrasyonunun önünün açılması ve nihayet İsrail-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesi ve güvenlik anlaşması imzalaması ki ileri aşamada Suriye’nin İbrahim Anlaşmalarına dahil edilmesini bekleyebiliriz. 

ABD bunu yaparken Suriye’de uzun süredir stratejik ortaklık içerisinde olduğu SDG’ye de Şam yönetimine entegre olma karşılığında kendilerine güvence olmaya devam edeceğini, herhangi bir sorunda Şara’nın iplerinin ellerinde olduğunu hatırlatarak teşvik ediyor. Kendi kontrolündeki Kürtlerin entegrasyonuna destek verirken Şara’yı da bu yönde teşvik ediyor. Geniş anlamda HTŞ hükümetinin meşrulaştırılması yönünde bir adım olarak değerlendirebiliriz. 

Aralık’taki rejim değişikliğinden bu yana iki doktrinden sıkça bahsedildi; biri Şam’ın belirleyici olduğu merkezi bir hükümet kurulması yönündeyken diğeri ise zayıf bir Şam ile Dürziler, Aleviler ve Kürtlerin daha bağımsız olduğu bir şablonu savunuyordu. Nitekim Barrack da başlarda ilk planı savunurken Dürzilere yönelik katliamın ardından İsrail’in de desteklediği ‘zayıf merkez’ doktrinine daha fazla yaklaşmıştı. Şara’nın Beyaz Saray’da ağırlanması yeniden güçlü merkez stratejisine geçildiği anlamına mı geliyor? 

Bunun bugün itibariyle tam olarak sağlandığını söyleyemeyiz ancak amaç budur diyebiliriz. Bugünkü Suriye gerçekliğinde uzun vadeli bir istikrarın kısa vadede mümkün olmayacağını söyleyebiliriz, bunu İsrail de ABD de çok iyi biliyor. Zira batının desteğine rağmen Suriye’de Şam yönetiminin istikrar kazanması uzun zaman süreceği için bahsettiğiniz İsrail politikası bugünkü durumla çelişmiyor, Suriye’nin merkezi yönetiminin çok kolay sağlanmayacağının farkındalar. Kaldı ki meselenin yalnızca ABD ve İsrail ile ilişkileri ile ilgili olmadığının da farkındalar, bu çok aktörlü bir boyut, Mısır, Ürdün, Türkiye hatta Rusya’ya kadar. Dolayısıyla şu an ABD tarafından bir mesafe katedilmeye çalışılıyor, bunu yaparken de asıl olarak Şam’ın İsrail’in güvenliğini tehdit etmeyecek bir yapıya dönüşmesini hedefliyorlar. Dolayısıyla Suriye’de istikrarı sağlama çabaları üzerinden sanki orta doğuya çeki düzen verme arzusu ve planı da var. Özellikle Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri, kendi Kürt sorununu Şara’ya ihale etme süreci bakımından. Dolayısıyla mesele sadece Suriye’nin iç meseleleri değil, diğer aktörlerin Suriye ile hesaplarını da eklemek gerekiyor. 

Aydın Sezer

“TÜRKİYE SÜRECE İKNA EDİLDİ”

Ne zaman SDG’den bahsetsek konu mutlaka Suriye’den çok Türkiye’deki sürece geliyor. Beyaz Saray’daki görüşmede SDG’nin Türkiye’nin desteklediği Şam yönetimine entegrasyonu konusunda adım atılması, içeride yürütülen süreç açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir mi? 

Türkiye’ye bunun olumlu olduğu anlatılıyor, burada da iç kamuoyuna aynı duygu aktarılmaya çalışılıyor. Türkiye’deki terörsüz Türkiye süreci ile Suriye’deki Kürtlere yönelik Türkiye’nin perspektifi paralel gitmiyor. Bunu net olarak ortaya koymak gerek; Bahçeli’nin açıklamalarından SDG’ye yönelik tehdit ve çağrılara kadar bu anlaşılıyor. Bugün ABD diyor ki madem Türkiye’de bir barış süreci yaşıyorsun, bunu Suriye’ye de aktar, farklı bir yöntem izleme. Türkiye de önce Şara üzerinden Kürtleri tehdit etti, ABD’nin bu tehdide göğüs germesi üzerineyse Kürtleri Şam ile yaklaşması üzerinden sanki onlar merkezi hükümete engtegre olursa Türkiye’de de bu sorun ortadan kalkacakmış gibi bir hava oluşturulmaya çalıştı. Esasında Türkiye bu sürece ikna edildi ve bu çok da kolay olmadı. Hakan Fidan’ın orada bulunması, onun gözü önünde bu sürecin cereyan etmesi, ardından Mazlum Abdi ve Barrack arasındaki görüşmeden de bunu anlayabiliyoruz. Türkiye IŞİD ile mücadele koalisyonuna katılan Şara yönetimi ve artık içerisinde beraber hareket edecekleri Kürt unsurlarına yönelik askeri bir müdahaleden vazgeçmiş görülüyor, daha doğrusu Türkiye böyle bir çözüme razı edilmiş gözüküyor. Türkiye bu sürece razı edilmiş olsa ve gelecek 15 yılda bir sorun olmasa bile sonuçta bu tarihsel ve kültürel bir mesele. Yarın Suriye’deki Kürtlerin talepleri yine gündeme gelecek ve belki bugünden daha güçlü şekilde gündeme gelecek. Türkiye Suriye’deki sorunu erteleyerek çözdüğünü sanıyor. Çözdüğüne ikna edildi diyebiliriz. 

İkna eden aktör Barrack, daha doğrusu ABD midir? 

Evet Trump’ın iknasından bahsetmek gerekiyor. Bu ikna paketi de sadece Suriye ile sınırlı değil. Hamas, Gazze ve İsrail ile de ilgili. Türkiye’nin ABD politikasındaki müttefikleriyle uyum içinde çalışması ricasında bulunuluyor. 

Barrack’ın bu Perşembe günü bir açıklaması oldu, Türkiye ve Hakan Fidan’a özellikle teşekkür etti. Konu Suriye idi ancak bu açıklamada Lübnan sınırı ve Gazze’ye dair de Türkiye’nin yardımından bahsetti. Trump’In geçmiş açıklamalarında da Gazze’de ateşkes için Türkiye’ye bol teşekkürlü bir atıf vardı. Biz Türkiye’ye orta doğuda biçilen rolü en çok Suriye üzerinden okuyoruz ancak Lübnan ve Gazze’deki ABD-Türkiye iş birliğinden de mi daha fazla bahsetmek gerekiyor? 

Hiç kuşkusuz. Lübnan’dan çok Hamas ve Gazze vurgusu önemli. Dış politikamızda Lübnan’ın çok fazla yer işgal ettiğini söyleyemeyiz ancak bahsettiğiniz Barrack açıklamasında hatırlarsanız “Şam şimdi DAEŞ-Devrim Muhafızları-Hizbullah-Hamas ve diğer terör ağlarının kalıntıları ile yüzleşme ve bunları dağıtma konusunda bize aktif olarak yardımcı olacaktır” diyor. Hamas Türkiye’nin Kuvayi Milliye dediği bir örgüt, Devrim Muhafızları zaten İran ile ilgili, Hizbullah dendiğinde akla Lübnan geliyor. Barrack bunların hepsine terör ağı diyor, Türkiye’nin dost gördüğü gruplara dair. Bu açıklamada iki önemli husus var ki birisi bu. Şara’ya Türkiye’nin desteklediği Hamas ile mücadele konusunda bir görev addediyor. İkincisi ise Fidan-Şeybani-Rubio görüşmesinden bahsederken, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlanması vurgusu yapıyor, buradaki İsrail kısmı medyanın dikkatinden kaçıyor. Bu 3 ülkenin ilişkilerinin yeniden tanımlanması ne demek? İsrail-Suriye ilişkisini anladık, askeri anlaşmalar İbrahim anlaşması, vs. Türkiye-İsrail ilişkisinin yeniden tanımlanması ne demek? Bu demek ki Suriye’deki Kürtleri aşan bir sürecin işareti anlamına geliyor. 

FİLİSTİN VE SURİYE’DE ABD’YE UYUM SÜRECİ

Türkiye-İsrail ilişkileri denilince bugünün konjonktüründe akla Suriye’deki farklı doktrinler geliyor. Suriye’de iki ülke arasında bir bölgesel nüfuz gerilimi olduğunu da biliyoruz. Barrack’ın açıklamasından yola çıkarsak, bugüne kadar bildiğimiz gerilimleri aşan nasıl bir dinamik oluşacak? 

Türkiye, Suriye’de Şara üzerindeki kontrolünü başka ülkelerle paylaşmak zorunda olduğunu anladı. Bu konuda da ilk başta ABD ile uyum içerisinde olduğunu gösteriyor. Öte yandan Rusya’nın son Şam çıkarmasından ve SDG’nin özerklik çabalarından sonra Türkiye’nin Rusya ile diyaloğu geliştirmeye çalıştığını da biliyoruz. Kaldı ki Mısır ve Körfez ülkelerinin Şara ile ilgili perspektifinde zaten Türkiye’nin etkinliğinin bir biçimde önlenmesi de var, Türkiye’nin tek başına bir Arap cumhuriyetini kontrol etmesini istemiyorlar, Türkiye de artık bunu idrak etmiş durumda ki Kürtlerle ilgili politikasını Şam’a entegrasyon ile halledebileceğini düşünüyor. Bu kelimenin tam anlamıyla geri adımdır. 

Bir ikincisi Hamas ile ilgili konuda Türkiye bir ay öncesinden pozisyonunu değiştirip U dönüşü yaptı. Erdoğan Beyaz Saray görüşmesi sonrasında Hamas’ın ateşkesi imzalamasının garantörü oldu. Dolayısıyla biz Kuvayi Milliye dediğimiz, özgür Filistin direnişinin sembolü dediğimiz insanların İsrail’in istediği anlaşmayı imzalamasını sağladı. Trump ateşkesi deniyor ancak bu en son tahlilde Netanyahu’nun okey verdiği bir anlaşmaydı. Dolayısıyla iktidar önce Suriye sonra Filistin’de tamamen ABD yönünde hareket eder bir noktaya geldi. Bunu zafer olarak anlatmaları mümkün ancak birkaç ay önceki konumlarıyla karşılaştırdığınızda böyle olmadığını görmek daha kolay. Önümüzdeki süreçte de bu daha net şekilde ortaya çıkacak, belki Türkiye’nidn İsrail ve Netanyahu ile barışmasının önü açılacak.