28 Aralık 2025 Ankara Tandoğan’dayız: Meydanlar kadınları bekliyor!..

Şenal Sarıhan – 29 Ekim Kadınları Derneği Genel Başkanı

Yeni bir 25 Kasım’dayız.  Birleşmiş Milletler tarafından “ Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü “ olarak kabul edilmiş olan bugün, dünyanın hemen her yerinde, kadın sorunlarının yeniden tartışıldığı ve çözümler için yol haritalarının çizildiği günler oluyor; 1999 yılından bu yana toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının bilince çıkarılması ve kadının şiddetten korunması amacı ile belirlenmiş olan bugünde ,kadınlar, seslerini duyurabilmek için alanlara doluyorlar.  Türkiye’de de durum farklı değil, kadınlar, hak aramanın en etkin aracı olarak örgütlü birlikteliği tercih ederek, hızla bir araya geliyorlar. Dernekler, platformlar, sendikalar, meslek kuruluşlarının kadın grupları vb yapılarla son yılların en örgütlü ve etkin demokratik kuruluşlarını oluşturmuş olan kadınlar, hemen her gün alanlarda seslendirdikleri taleplerini bu yıl, 25 Kasım etkinliklerinin bir devamı olarak 28 Aralık’ta “Büyük Kadın Miting “adıyla Ankara Tandoğan’dan yükseltecekler. Bu buluşma, erkek egemen toplumun, yüzyılı aşmış ikincilleştirme girişimlerine karşı 1919’ların Kastamonu Mitingi’nden, 15 Şubat 1997 Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü’ne süre gelen kadının insan hakları mücadelesinin birleşik çığlığı olacak… 

Neden alanlardayız? Kadın yurttaşlar olarak, itirazlarımızın ya da muhalefetimizin nedenleri ne? Kadınlar olarak onurla ifade etmeliyiz ki, tüm yasal kazanımlarımız, bizim mücadelemizin ürünüdür. Haklarımızı kazanmak ve onları Anayasal Güvenceye kavuşturmak için hiç durmadık. 1926’lardan başlayarak ete kemiğe bürünen güvencelerimiz, 2004 de Anayasa’nın 10. Maddesine “ Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce , felsefi inanç, din , mezhep ve benzeri  nedenlerle ayırım gözetilmeksizin  yasa  önünde eşittir.” cümlesinden sonra gelmek üzere “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.  Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu Amaçla alınacak önlemler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz “cümlesinin eklenmesi ile güçlendi. Bu kazanım, diğer yasalardaki eşitsizliklerin yürürlükten kaldırılmasının da dayanağı oldu. İç hukukumuzda alınan bu yol, uluslararası bir hukuk belgesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin temel taşlarını oluşturdu. Bu kazanımlar, kadının insan haklarının içselleştirilmesi, hukuki güvencelerin artırılması için , önümüze geniş olanaklar sunacaktı. Anayasa’yı da eşitlik temelinde daha da ileriye taşıyacaktık. Öyle olmadı’. Bugün “Anayasa’ya Dokunma “diyoruz. “Anayasa’ya ve Yasalara dokunma !!!” Çünkü, İktidar, aynı yılların bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi’nden başlayarak  hızlı bir geri dönüşe geçti. 

Bu geri gidiş, kadının, eşitlik talebi ile yaşam hakkı talebinin doğrudan ilintisindeki bir gerçeği de gözler önüne serdi: Kadın cinayetleri durmaksızın arttı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Ekim 2025 tarihli açıklamalarına göre 2024 den bu yana 248 kadın yaşamını yitirdi. 271 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Sadece ekim ayında 19 kadın öldürüldü.22 kadın şüpheli bir biçimde yaşamını yitirdi. Kadınların yüzde 22 si aile bireyleri tarafından, çoğunlukla silahla ve evlerinde öldürüldüler. Uzun süredir, sadece günlük basın haberlerinde en az üç kadının yaşamdan koparıldığı haberlerini alıyoruz. Basına yansımayan çok sayıda öldürüm olduğu da düşünüldüğünde “cinsiyetci terörizmin” durmadan tırmandığı açıkça görülüyor. Bu durumda, kadınların, yaşam hakkının güvenceye alınması için her türlü önlemin alınması birincil görev olarak görülmesi gerekiyor. Oysa bugün, koruma isteyen kadınların istemleri ilgili kurumlarca gereğince ciddiye alınmıyor. Bu konuda ihmali görülen kamu görevlilere adli ve idari soruşturma açılması konusunda özen gösterilmiyor. Yasal korumanın yanı sıra 100.000 nüfusa en az bir sığınak, 200.000 nüfusa en az bir cinsel şiddet kriz merkezi açılması yasa gereği iken, gereği yapılmıyor. Önlemlere ilişkin ihlaller, cezasızlıkla beslenerek, kadınlar şiddete kurban ediliyor. 

Kadın ya da LGBTİ lere yönelik cinayet vak’alarının, soruşturma ve kovuşturmaları ile ilgili görevlerde bulunanların özel eğitimlerine önem verilmesi ve ciddi bir yaşama hakkı ihlaline dönüşmüş olan bu olayların yargılanma süreçlerinin, adil bir biçimde yürütülmesi ve sonuçlandırılması için  yeterli özen gösterilemiyor. Kadın cinayetlerini engellemek, eylemcilere daha ağır cezalar vermek ya da hukukun temel kurallarından olan indirimlerden yararlandırmamak sorunu çözmeye yetmiyor. Kadın cinayetlerinin göz göre göre geldiği, istismar yapanların tutuksuz yargılandığı ve şiddet mağduru kadınların, kolluktan geri döndürüldüğü ülkemizde, cezaların artırılması gibi bir talep yerine, toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinin yaratılması için topyekün mücadeleyi temel alan politikalar geliştirilmiyor.  

İktidar, kadının yaşam hakkını güvenceye alacak ve sosyal statüsünü yükseltecek uygulamalar yerine “mukaddes aile- kutsal annelik” gibi kavramların arkasına sığınarak, kadını, eve mahkum etmenin yollarını arıyor. Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla Cuma hutbelerinde kadınları, sosyal yaşamdan koparacak önermelerde bulunuluyor. Kadınlar, eğitim ve öğretim olanaklarından yoksun bırakılmaya çalışılıyor. Kendi bedenleri ile doğrudan ilgili olan ve ciddi bir sağlık alanı olan üreme  hakları, “gizli- mahrem” bir perde arkasına atılarak, devlet denetimine alınmak  isteniyor. Esnek çalışma, evde yaşlı bakımı gibi sözde kadınlar yararına bir görüntü ile sunulan yasa değişiklikleri ile sosyal devletin görevleri kadına yükleniyor. “Aile Arabuluculuğu” sistemi getirilerek, şiddetin ve geçimsizliğin hakim olduğu, “birlik” niteliği kalmamış, sözde aile ortamına kadın mahkum edilmeye çalışılıyor. Yoksulluğun giderek tırmandığı ülkemiz koşullarında, yoksulluk nafakasına göz dikiliyor… 

Yoksulluğun kadınlaştığı ülkemizde bugün, her iki kadından biri kayıt dışı çalıştırılıyor.. Kadınların, sosyal güvenceli, eşit işe eşit ücret almasını sağlayacak istihdam politikalarının geliştirilmesi için çaba harcanmıyor.  Kadına duyarlı bütçe hiçbir zaman gündeme gelmiyor.   

İkidarın kadınlara bakış açısı, onların yaşam haklarını güvence altına almadığı gibi, mevcut kazanımlarının da tırpanlanmasına neden olacak yasal düzenlemeleri gündeme getiriyor. Bugün, bu tutumun somut belgeleri olarak yeni “numaralı “yargı paketleri ile karşı karşıyayız. “Kanuna Aykırı Cinsiyet Değişikliği “adıyla TCK’nun 93. Maddesinde “ LGBTİQ+  varoluşunu bir ceza hukuku sorununa dönüştüren ve suça sürüklenen çocukları ceza artırımı ile tehdit eden”   11. Yargı paketi, güçlü muhalefetimizle değişikliklere uğradı. Ne var ki  Adalet Bakanı, 11. Yargı Paketinin hemen ardından da 12. paketin gelmekte olduğu haberini  veriyor. Muhtemelen, bugün vazgeçmiş göründükleri, kimi talepler, yeniden küçük değişikliklerle önümüze sürülecek. Ancak, biz kadınlar, kazanımlarımızı korumakta kararlıyız. Kadının insan hakları mücadelesi, bize, birbirimizin farklıklarına saygı göstererek,  işbirliği, ittifak ve dayanışma içinde  haklarımız için yol almayı öğretti. Bu bilinçle, susmadan, özenle ve hep birlikte haksızlık ve hukuksuzluğa karşı demokratik mücadelenin etkin unsurları olmakta kararlıyız.     

Kadının insan hakları, tüm insan hakları gibi, bireyin yalnızca insan olması nedeni ile sahip olduğu haklardır. Bu haklar, insanın değerini ve onurunu tüm yönleri ile korumayı ve geliştirmeyi emreder. Bugün ülkemizde kadın haklarının gaspı yönündeki girişimlere karşı kadınlar olarak, sesimizi, sözümüzü, eylemimizi birleştiriyoruz. 28 Aralık ‘ta hep birlikte Tandoğan’da , demokrasi, özgürlük,  eşitlik ve adalet için tüm kadınları halaya durmaya çağırıyoruz.